<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









11 Mart 2012 Pazar

3.Nesil iPad'in isimlendirilmesinde Steve Jobs'un izleri


Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran yeni iPad'in donanımsal iyileştirmeleri bir kenara, birçok teknoloji severi en çok ismiyle şaşırttığını söylemek yanlış yanlış olmayacaktır.Ancak, Steve Jobs'un düşüncelerini ve 1997'den sonraki süreci yakından incelersek; 3.Nesil iPad'in isminin "iPad" olması süpriz değil.
Apple'ın niçin böyle bir isimlendirme yoluna gittiğini sorusuna cevap vermeden önce Apple'ın kuruluşundan 1997 yılına kadar satışa sunduğu ürünlere hızlıca göz atmakta fayda var. Apple'ın 70'lerin sonuna damgasını vuran bilgisayarı "Apple II" ismiyle satışa sunulmuş; revize edilmiş yeni modellerin isimlerinde ise ana isme karakter eklemeyi yani "Apple II+", "Apple IIe", "Apple IIc" olarak isimlendirmeyi tercih etmişti. Apple II'ye göre daha grafik gücü ve ses yetenekleriyle üstünlük kuran yeni modele ise Apple IIGS ismi verilmişti. Apple, mevcut isimlendirme sistemini kullanmayı Apple III ve Apple III+; ve İlk Mac'ten sonra gelen modeller Mac 512Ke (nam-ı diğer "Fat Mac"; çünkü 1.nesil Mac'e göre 4 kat bellek kapasitesine sahipti), Mac Plus, Mac SE ve Macintosh II modellerinde sürdürmüştü.
 
Steve Jobs'un Apple'dan ayrıldığı 1987 yılından sonra ise isimlendirme sistemi yavaştan daha karışık hale gelmeye başlamıştı. Apple, 80'lerin sonunda Mac ailesini iki ana gruba ayırmış; eğitim sektörünü ve bireysel kullanımı hedef alan ve takısı "Low Cost Color" anlamına gelen Mac LC ile yüksek performans bekleyen kullanıcılara hitap eden Mac II çözümlerini satışa sunmuştu. Mac II ailesi ise ara güncellemeler neticesinde Mac IIx, IIcx, Iici, IIfx, IIsi, IIvi ve IIvx ile büyümüştü. Mac'lerin yanı sıra Apple; giriş segmenti için Performa, orta segment için Centris ve üst segment için Quadra ailesi altında birçok model hazırlamış; bu modeller de ailenin isminin yanına gelen ve donanımsal özelliklerine göre değişen üç veya dört haneli sayılarla ifade edilmişti. Ancak bu ürün fazlalılığı ve isimledirme kullanıcıların kafasını karıştırmaktan başka bir şeye sebep olmuyordu. Çünkü Apple ürün gamında bulunan 40 farklı ürün grubunun çok azında pazar liderliydi.
İşletmenin enerjisini onlarca değil, birkaç ürünü toplanmalı görüşünü benimseyen Steve Jobs, 1997 yılında Apple'a geri döndüğünde ilk olarak ürün gamını sadeleştirme yoluna giderek Bireysel ve Profesyonel ile Masaüstü ve Taşınabilir kategorilerinde olmak üzere 4 ana başlığa odaklanmayı tercih etmişti. Steve Jobs, o yılları şu cümleleriyle özetliyor;

"Buraya geldiğimde binbir çeşit ürün buldum. Bu şaşırtıcıydı. Ve insanlara peki bir 4400 yerine neden 3400'ü tavsiye etmem gerekir diye sormaya başladım. Bir insan neden 7300'e değil de 6500'e geçmelidir ? Üç hafta sonra bile bunu anlayabilmiş değildim. Eğer bunu ben anlayamadıysam.... müşterilerimiz nasıl anlayacaktı ?"

Power Macintosh G3, Powerbook G3 ve 98 yılında gelen iMac ile 99 yılında gelen iBook ile Steve Jobs'un "radikal ve anlaşılır ürün gamı" stratejisi ilk meyvelerini vermişti. Apple, o yıldan bu yana bilgisayarlarında herhangi bir ek isme yer vermiyor; bilgisayarlar, pazarda ana isimleriyle satılıyor yani kutu üstünde ya da ürün üzerinde ana isim yazıyor. Ancak teknik anlamda birbirinden farklı ürünler ise "yıl başı", "yıl ortası" veya "yıl sonu" kelimeleriyle ya da mimari isimleriyle (Örneğin iMac 4,1) ayrılıyor. Teknik anlamdaki bu isimlendirme, pazarlama esnasında kesinlikle dile getirilmiyor; ancak güncellemeler de kullanılıyordu.
Steve Jobs'un Apple'a getirdiği bu isimlendirme sistemi iPod ailesinde kullanılmaya devam etti. Apple, yeni sürümler jenerasyon bazında ifade edilirken; pazarda hep iPod ismiyle satıldı. 2004 yılında Apple, renkli ekrana sahip olduğuna vurgu yapmak için 4.nesil iPod'a ek olarak "iPod Photo" ismini verdi; arkasından gelen 5.Nesil iPod ise video oynatabilme yeteneğine sahip olmasına rağmen yine "iPod" olarak isimlendirildi (ancak birçok teknoloji sever 5.nesil iPod'u "iPod Video" olarak nitelendirmiştir). Apple, jenerasyon bazındaki isimlendirmesini iPod Shuffle, iPod Mini ve iPod Nano'da da kullandı. 2007 yılında iPhone'un tanıtılmasından sonra gelen iPod Touch da her daim jenerasyon göz önüne alınarak isimlendirildi.
Apple, iPhone'da ise biraz daha farklı bir isimlendirme yoluna gitti. 1.Nesil iPhone sadece "iPhone" ismiyle satışa sunuldu; onu takip eden 2.Nesil iPhone, iPhone 3G; 3.Nesil iPhone, iPhone 3Gs; 4.Nesil iPhone, iPhone 4 ve 5.Nesil iPhone ise iPhone 4S olarak isimlendirildi. Apple'ın pazarlama esnasında (pazarlama diyoruz çünkü her ne kadar isimler farklı olsa da cihazlar üzerinde hiçbir zaman iPhone dışında bir model ismi yazmadı) farklı isimler kullanmasının temel sebeplerinden biri önceki nesil iPhone'un da yeni nesil iPhone ile satışına devam edilmesi gösterilebilir.
Görüldüğü gibi iPad'in isimlendirmesinde hem Mac ve iPod Touch'ın isimlendirilmesinden hem de iPhone'un isimlendirilmesinden parçalar var. Apple'ın jenerasyon bazında isimlendirmesinin en büyük avantajı sonraki yıllarda doğabilecek "iPad 8" ya da "iPad 10" gibi isimlerin engellemesi. Bir diğer avantaj ise kullanıcının aklında karmaşaya yer vermemesi. Diğer taraftan Apple, 2.nesil iPad'i iki seneyi aşkın bir süre satışta tutmayı planladığı için "iPad 2" ismini vermiş olması olası görünürken; 3.Nesil iPad'in sadece "iPad" ismiyle pazarlanacak olması; 4.Nesil iPad'in satışa sunulacağı dönemde 3.Nesil iPad'in satışına son verilebileceği ihtimalini güçlendiriyor. Bu da 4.Nesil iPad'in donanımsal iyileştirmelerinin yanı sıra tasarım anlamında da önemli bir revizyon geçireceği anlamına gelmiyor değil...
iPhone 5, hiçbir zaman satışa sunulmayabilir ?
İsimlendirme konusundayken kısaca iPhone 5'e deyinmeden olmaz. Çünkü Apple'ın uyguladığı sistem hesaba katıldığında iPhone 5'in satışa sunulması mümkün gözükmüyor. Neden mi ? Yukarıda da açıkladığımız gibi Apple, jenerasyon bazında isimlendirmeyi tercih eden bir firma. Baktığımızda iPhone 4 ismindeki "4" takısını 4.Nesil iPhone olmasından alıyor. Dolayısıyla yaygın olarak beklenen iPhone 5'in, aslında 6.Nesil iPhone olacak olması; o cihazın isminin iPhone 5 olmama ihtimalini çok güçlendiriyor. Ancak bu ifademizin bir ihtimal olduğunu ve 6.Nesil iPhone tanıtılana kadar bu sorunun gerçek cevabını öğrenemeyeceğimizi belirtmekte fayda var.
 
 

25 milyar cihaz birbirine bağlanacak

 
Turkcell Genel Müdür Yardımcısı İlter Terzioğlu, 3G hizmetinin sunulmaya başladığı 2009 Temmuz ayında 7.2 Mbps olan data hızının 43,2 Mbps'e ulaştığını bildirdi.

Terzioğlu, ''Bu yıl 84 Mbps hıza ulaşacağız. Böylece bir filmi internetten indirmek 1 dakika zaman alacak. Önümüzdeki yıllarda 168 Mbps hıza ulaşacağız. En geç 2014'de bu hızda hizmet sunarız. Hızın sonu var mı bilmiyorum ama şu andaki standartlar 168'i tanımlayabiliyor'' dedi.

Gazetecilerle sohbet toplantısı düzenleyen Terzioğlu, genel olarak GSM şebekesi üzerindeki trafiğin her geçen yıl daha da arttığına dikkati çekti. 2015 yılında 7,2 milyara çıkacak dünya nüfusunun 3 katından fazla olan 25 milyar cihazın birbirine bağlı olacağını, bu sayının 2020 yılında ise ikiye katlanarak 50 milyara ulaşacağını bildiren Terzioğlu, ''Önümüzdeki dönem buzdolabı, otomobil, elektrik ve su sayacında bile SIM kart bulunacak'' diye konuştu.

-Turkcell 18 yılda 19,6 milyar lira yatırım yaptı -

Artan abone sayısına paralel olarak şebekeyi sürekli yenilediklerini ifade eden Terzioğlu, sadece kapsama alanını genişletmek değil belli bir kalite seviyesinin üzerine çıkmak için yatırım yaptıklarını bildirdi.

Turkcell'in 29 bin 500 baz istasyonu ile 2G'de Türkiye nüfusunun yüzde 99,13'ünü, 3G'de ise nüfusun yüzde 88'ini kapsadığını bildiren Terzioğlu, Turkcell'in kapsama alanı en geniş operatör olduğunu iddia etti. Terzioğlu, 3G'de kapsama alanı açısından Turkcell'e en yakın olan rakip operatörün kapsama alanı oranının yüzde 80 olduğuna işaret ederek, ''Kapsama alanı basit bir iş değil. Oranı yüzde 1 artırmak 750 bin nüfusu kapsama alanına almak demektir. Kapsamada liderliğimizi sürdürüyoruz'' ifadesini kullandı.

Turkcell'in yatırımlarıyla ilgili de bilgi veren Terzioğlu, 18 yılda 19,6, 2011 yılında ise 1,6 milyar lira yatırım yaptıklarını, yatırımların devam edeceğini kaydetti.

-Cepten 1 film 1 dakika da indirilebilecek-

Mobil şebeke üzerinden data aktarım hızında yaşanan gelişme hakkında da bilgi veren Terzioğlu, 3G hizmetlerinin sunulmaya başladığı 2009 Temmuz ayında 7,2 Mbps olan data hızının 43,2 Mbps'e ulaştığını bildirdi. Terzioğlu, ''Bu yıl 84 Mbps hıza ulaşacağız. Böylece bir filmi internetten indirmek 1 dakika zaman alacak. Önümüzdeki yıllarda 168 Mbps hıza ulaşacağız. En geç 2014'de bu hızda hizmet sunarız. Hızın sonu var mı bilmiyorum ama şu andaki standartlar 168'i tanımlayabiliyor'' diye konuştu.

Terzioğlu, Turkcell sisteminin akıllı teknoloji ile yönetildiğine işaret ederek, ''30 bin istasyon ve 34 milyon abonemiz var. Böyle büyük bir şebekeyi klasik yöntemlerle yönetemeyiz. Ancak teknolojik sistemle yönetebiliriz. Yapay zeka ile daha sorun çıkmadan istem uyarı veriyor ve çözüm bulunuyor'' dedi.

-Ukrayna ve Belarus İstanbul'dan izlenecek-

Türkiye'deki ve KKTC'deki Turkcell sisteminin İstanbul'daki Şebeke Kontrol Merkezi'nden gerçek zamanlı olarak takip edildiğini kaydeden Terzioğlu, bir noktada arıza meydana geldiğinde anında yerel birimlere ileten bir sistemin olduğunu söyledi. Terzioğlu, Turkcell'in hizmet verdiği Ukrayna ve Belarus'taki şebekenin de bu merkezden izlenmeye başlayacağını açıkladı.

GSM altyapısı için yerli üretime destek verdiklerini anlatan Terzioğlu, Turkcell'in teşvikiyle yerli akü ve yerli radyolink üretiminin gerçekleştirildiği hatta, ihraç bile edildiğini ifade etti.

Turkcell'in, Avrupa ve Asya'da bağlantı kesilme oranı en düşük 9 operatör arasında yer aldığını bildiren Terzioğlu, ''Kalite testi için Ay'a gidecek kadar yol yaptık. Bizim yolculuğumuz Ay'a gitmekten daha az maliyetli olabilir ama daha zordu'' ifadesini kullandı,

Gözleri olmadan görüyor


Deniz anası ve deniz şakayığıyla akraba olan ve gözleri bulunmayan Hydra magnipapillata canlısının, ışığı ve karanlığı ‘görebildiği’ tespit edildi.

California Üniversitesi’nden Todd Oakley, büyüklüğü bir santim civarında olan deniz canlısının ışığa duyarlı sinir hücreleri bulunduğunu belirtti. Oakley, “Buna tam olarak görmek diyemeyiz. Çünkü ışığın ve karanlığın neden oluştuğunu algılayabilme kapasiteleri yok. Hidraların algıladıkları görüntü, insanlarınkine göre çok farklı” dedi.
“Knidliler” familyasına ait olan hidralar, diğer familya üyeleri gibi sahip oldukları iğneli hücrelerle su piresi gibi canlıları yakalıyor. İğneli hücrelerin dokunma ve tat alma hissi olduğunu önceden bilen bilim insanları, bu hücrelerin yanında ışığa duyarlı sinir hücreleri bulunduğunu fark etti.
California Üniversitesi’nden bir diğer araştırmacı David Plachetzki, yeni keşfedilen algılayıcı sinir hücrelerinde “opsin” adı verilen proteinler keşfetti. Araştırmacılar, bu proteinin, hidraların iğne hücrelerini tıpkı bir zıpkın gibi ateşlemek için kullandıklarını tespit etti. Hidranın bulunduğu ortamın aydınlığına göre harekete geçen opsin proteininin, ışık bulunan ortamda daha aktif olduğu anlaşıldı.
Bunların yanında, hidraların sinir hücrelerinde, insan retinasında olduğu gibi ışığı elektrik sinyallerine çeviren ve görüş sağlayan ek proteinler bulunduğu ortaya çıktı. Oakley ve Plachetzki, şimdi avlanmakla ilgili olan iğneli hücrelerin neden ışıkla harekete geçtiğini anlamaya çalışıyor.
Araştırmacılar, bu durumun, hidranın avından üzerine düşen gölge nedeniyle değişebilen bir durum olduğunu düşünüyor.

10 Mart 2012 Cumartesi

Nokia bu kez neyin peşinde?


Nokia, cep telefonlarının en rahatsız edici sorununu tarihe gömmek için ilk adımını attı bile!

Cep telefonlarının en büyük sorunların biri suya karşı oldukça dayanıksız olmaları. Suya telefonunu düşürüp de telefonundan olan birçok insan var ve üreticiler su koruması üzerine yeni teknolojilerini geliştirmeye çalışıyor.
Bu şirketlere son olarak Nokia da eklendi. Süperhidrofobik örtüyle telefonların dış yüzeyini kaplamayı planlayan Nokia, bu şekilde suya karşı direnç sağlamayı planlıyor.
Bu sistem, hava ile suyun bir araya gelmesini engelliyor; bu şekilde telefon suyla temas etse bile sorun yaşanmıyor.

Win 8'in duvar kağıdı devrimi


Windows 8 ile birlikte tüm masaüstü duvar kağıdı alışkanlıklarımız da kökten değişecek...
Geçen hafta ortaya çıkan Windows 8 Kullanıcı Önizlemesi ile birlikte daha önceki Windowslar'da hiç olmayan yeni özellikler görücüye çıktı. Bunlardan biri, görsellik konusunda Windows'a bir adım daha attırıyor. Geniş arka planlar sayesinde, iki monitör ile çalışırken aynı zamanda daha güzel arkaplan görüntülerine sahip olabileceksiniz.
Resmi Windows Deneyim blogu, kullanıcılara bu yeni panoramik arka planlar hakkında daha çok bilgi sunuyor. Bu arkaplanlar sadece Windows 8 bilgisayarlarda kullanılabilecek, Windows 7 kullanıcıları bu arkaplanlardan yararlanamayacaklar. Öte yandan, Windows 7'nin arka planları, Windows 8'de kullanılabilecek, tabi iki monitörü kapsayacak kadar genişleyemeyecek.
Eğer iki monitör ile Windows 8 kullanıyorsanız, iki monitör için iki farklı arka plan da atayabilirsiniz. Windows 7'de iki monitöre de ancak aynı arkaplan resmi atanabiliyor.
Burada, Windows 8'in panoramik arkaplan örneklerini bulabilirsiniz.

9 Mart 2012 Cuma

Windows 8 hız testinde



Windows 8'in Tüketici Önizleme sürümünün performansını Windows 7 ile kıyasladık! İşte sonuçlar...

Windows 8 Tüketici Önizleme sürümünün yayınlanmasının ardından onun açılış hızını bir kez daha Windows 7'ninki ile kıyasladık. İşte elde ettiğimiz sonuçlar.
20 saniyede açılıyor
Windows 8'de oturum açma ekranına 21.6 saniyede erişebildik. Windows 7'nin yüklenmesi ise 35 saniye ile çok daha uzun sürdü. Microsoft'un, Geliştirici Önizleme sürümüne göre açılış hızında önemli geliştirmeler yaptığı da belli oluyor.
6 saniye daha hızlı kapanıyor
Windows 7'nin oturumu kapatması 7.2 saniye sürerken bilgisayarı kapatması 13.1 saniye sürüyor. Bu, toplamda kapanış için 20.3 saniye harcanıyor demek oluyor. Windows 8'in oturumu kapatması ise sadece 3.8 saniye sürüyor ve bilgisayarı 10 saniyede kapatıyor (toplamda 13.8 saniye).
Oyunlarda küçük artış
Windows un grafik performansını ölçen Heaven benchmark, Windows 8'de 7.5 FPS verirken Windows 7'de 5.8 FPS veriyor. Dolayısıyla Windows 8, bu alanda az da olsa önde.

IE 10, IE 9'un biraz önünde
Windows 7 ve Windows 8'in varsayılan tarayıcıları, hız testinde birbirine oldukça yakın sonuçlar veriyorlar. Ancak Internet Explorer 10 (Platform Preview 5), küçük de olsa bir avantaja sahip. Tarayıcı SunSpider testlerinde ortalama 145.7 milisaniyelik bir sonuç verebiliyor. Windows 7'deki Internet Explorer 9'un elde ettiği puan ise 161.7 milisaniye
Dosya kopyalama
Windows 7'de 3.30GB'lık bir klasörü USB flaş diske kopyalamak, 12 dakika 18 saniye sürerken Windows 8'de bu işlem, sadece 10 dakika 12 saniye sürüyor. USB flaş bellekten sabit diske geri kopyalamak ise Windwos 7'de 2 dakika 44 saniye, Windows 8'de 1 dakika 37 saniye sürüyor.
Yorum:
Windows 8'in Tüketici Önizleme sürümü, Windows 7'nin karşısında ister dosya işlemleri olsun, ister grafik hız testleri ve önyükleme süreleri, işlemleri her alanda daha hızlı gerçekleştiriyor. Windows 8 için optimize edilmiş donanımla beraber daha önemli performans artışlarının sağlanabileceğini düşünüyoruz.

Test sistemi: Dell Latitude E6420, Intel Mobile QM67, Intel Core i7 2760QM (4 x 2.4 GHz) 8092 MB DDR3 RAM @ 1333 MHz, Nvidia 512 MB ​​VRAM (Optimus N12P)

İŞLEM Windows 7 SP1 x64 Windows 8 x64 T.Ö.
Sistem açılışı 35.2 saniye 21.6 saniye
Uygulama 10.0 saniye 1.9 saniye
Toplam başlangıç 45.2 saniye 23.5 saniye
Oturum kapatma 7.2 saniye 3.8 saniye
Sistemi kapatma 13.1 saniye 10.0 saniye
Toplam kapanma süresi 20.3 saniye 13.8 saniye
SunSpider hız testi, IE 9/10 161.7 ms 145.7 ms
Heaven hız testi 5.8 ortalama fps 7.5 ortalama
USB belleğe kopyalama (3.30 GB) 12:18 dakika 10:12 dakika
USB bellekten kopyalama (3.30 GB) 2:44 dakika 1:37 dakika
Dosya sıkıştırma (3.30 GB) 9:49 dakika 7:56 dakika
Dosya sıkıştırmasını açma (3.30 GB) 0:57 dakika 1:26 dakika
Boştayken RAM kullanımı %12 %14

Isınan bilgisayarlar tarihe karışacak!


Örümcek ipeği, bilgisayarların aşırı çalışmaktan ısınarak devre dışı kalmalarını önlemekte büyük bir atılım sağlayacak.

Bilim insanları, örümcek ipeğinin, dünyadaki diğer tüm materyallere kıyasla ısıyı çok daha iyi iletme özelliği olduğunu tespit etti.
Iowa Üniversitesi tarafından altın küre örümcekleri üzerinde yapılan araştırmaya göre, örümceğin ipeği geçmişte test edilen tüm organik materyallere kıyasla ısıyı 800 kat daha iyi iletebiliyor.
Örümcek ağının bu özelliği, ısıyı dağıtma özelliği bulunan maddelerden yapılan bilgisayarlarda, ilk kez bir organik materyalin kullanılabileceği düşüncesini ortaya attı.
Advanced Material dergisinde yayımlanan araştırmanın başında yer alan Xinwei Wang, örümcek ipeğinin 416 W/m-K (watt/metre Kelvin) oranında ısı dağıtabildiğini ölçtü. Aynı oran, bakırda 401 W/m-K. İnsan derisi ise elektriği ancak 0.6 W/m-K oranında dağıtabiliyor.
Örümcek ipeği, dünyada ısıyı en iyi dağıtan materyallerden biri olan bakırı geride bırakırken, iyi ısı ileten silikon alüminyum ve saf demir ile karşılaştırıldığında yine üstün gelmeyi başardı. Wang, örümcek ipeğini sadece elmas ve gümüşün geride bırakabildiğini ifade etti.
İPEKTEN YAZLIK ELBİSELER
Bilim insanları, örümcek ipeğinin iletkenliğinde yatan sırrın kendine özgü moleküler yapısından kaynaklanıyor olabileceğini belirtti. Örümcek ipeği, kendini çok çabuk onaran sert, kristal parçalarla, dinamik ve elastik parçaların bir araya gelmesiyle oluşuyor.
Wang ve ekibi, örümcek ipeğinin tasarımını inceleyerek iletkenlik özelliğinin daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyor. Böylece, bir gün elektronikten, yazlık elbiselere kadar birçok alanda örümcek ipeği kullanılabilir.
Powered By Blogger

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar